16 Eylül 2012 Pazar

Fizik Tedavi Uzmanı ve Fizyoterapist

 
Fizyoterapistlik mesleği, fizik tedavi uzmanlığı, tarihçesi, ülkemizde fizik tedavi ve rehabilitasyon akademik eğitimi hakkında bilgiler.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon bir ekip işidir. Fizik tedavi ekibinde doktor (fizik tedavi uzmanı) ve fizyoterapist mutlaka yer alır. Tedavi edilen hastalığın ve kliniğin özelliğine göre iş ve uğraşı terapisti, rehabilitasyon hemşiresi, ortez-protez uzmanı, masör ve yardımcı elemanlar ekibin üyeleri arasında yer alabilir.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları (fiziyatristler), tıp fakültesini bitiren ve 4 yıllık fizik tedavi ve rehabilitasyon ihtisasını tamamlayarak uzman olan hekimlerdir. Eğitimleri boyunca kas ve iskelet sistemi hastalıkları ve romatizmal hastalıklar konularında uzmanlaşan fizik tedavi hekimi hastanın ilk değerlendirmesini yapar, hastayı muayene eder, gerekli tetkikleri ister, teşhis koyar ve fizyoterapistle birlikte tedaviyi düzenlerler. Fizik tedavi uzmanı hastanın kontrol muayenelerini ve takibini yapar, tedaviyi ve ekibi koordine eder. Fizik tedavi hekimi ayrıca ekibin eğitiminden birinci derecede sorumludur.
Fizyoterapistlik ortopedik, nörolojik ve romatizmal hastalıkların tedavisini yapmak üzere eğitim alan ve kas iskelet sistemi üzerine uzmanlaşan bir meslektir. Fizyoterapistlik eğitimi genellikle tıp fakülteleriyle paralel eğitim veren fizik tedavi okullarında yapılır. Fizyoterapistler ekibin hastayla sürekli iç içe olan en aktif üyesidir. Tedaviyi koordine eder,elektroterapi, manuel tedavi ve egzersizleri uygular, ev programlarını düzenler ve hastayı takip eder. Fizyoterapist, fizik tedavi hekimiyle koordinasyon içinde çalışır.

Fizyoterapistlik mesleği üzerine
Fizyoterapistlik mesleği, dünyada yaklaşık 120 yıldır, ülkemizde ise 50 yıldır toplum sağlığı ve yaşam kalitesi ile doğrudan ilgili bir bilim dalı olarak gelişimini sürdürmektedir. Fizyoterapi bilimi, kas, iskelet ve sinir sisteminin, anatomisi, egzersiz, masaj, çeşitli fiziksel ajanların vücuda etkileri ile ilgili bilgiler ışığında fiziksel fonksiyonların geliştirilmesi amacı ile başlamıştır.
Fizyoterapistlik mesleği dünyada özellikle savaşlar, travmalar ve çocuk felci epidemilerini takiben oluşan özürlü nüfusun fonksiyonel kayıplarını giderebilmek amacı ile doğmuş ve pek çok aşamadan geçerek günümüzdeki popüler konumuna ulaşmıştır. Günümüzde tıp bilimindeki ilerlemeler ve sağlık alanındaki gelişmelere paralel olarak hastaların yaşama şansı artmış, yaşamak kadar hayat kalitesinin önemli olduğu da anlaşılmış, bu da fizyoterapistlere duyulan ihtiyacı artırmıştır.
Fizyoterapi ve rehabilitasyon, hareket yetersizliğine yol açan hastalıklar, yaralanmalar ve ağrılı durumlar sonrasında fonksiyonel durumun olabildiğince iyileştirilmesi ve devamı için bilimsel kanıtlara dayalı değerlendirme ve fizyoterapi rehabilitasyona özel tedavi yaklasimlarinin fizyoterapistler tarafindan uygulandigi bir bilim dalidir. Saglikli yasamin temel kavramlarindan olan fiziksel uygunluk, fizyoterapistler tarafindan gelistirilmis bilgi, beceri ve yaklasimlarin kullanimi ile devam ettirilebilmekte veya artirilabilmektedir.
Fizyoterapist, yaralanma, hastalik, dogustan gelen özür, hareket sistemi bozukluklari veya diger durumlardan kaynaklanan agri ve fonksiyon bozukluklarinda; kisilerin fonksiyonel limitasyonlarini, agriyi, özrü ve yeteneklerini özel ölçme, degerlendirme ve inceleme yöntemleri ile belirleyerek hekimin tanisina göre, fonksiyonun ve fonksiyonel kapasitenin gelistirilmesine yönelik fizyoterapi ve rehabilitasyon programini planlayan, uygulayan ve tekrar degerlendirerek rapor eden, saglikli kisilerin sagligini devam ettirmek amaciyla uygun egzersizler / koruyucu programlar planlayan mesleki otonomiye sahip olan bir saglik personelidir.
Fizyoterapistlik meslegi; Türkiye'de 1961 yilinda Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulunun kurulmasi ile baslatilmistir. Su anda ülkemizde; Istanbul Üniversitesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Abant Izzet Baysal Üniversitesi Kemal Demir Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Kütahya Üniversitesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Baskent Üniversitesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Süleyman Demirel Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu olmak üzere sekiz okul mevcuttur. Bu okullarin hepsi dört yillik egitim vermektedir. Bu okullara liseyi bitiren ögrenciler üniversiteler arasi seçme ve yerlestirme sinavindan "sayisal" puan alarak girmektedirler.
Egitimin 4 yil üniversite egitimi olmasinin fizyoterapistlik meslegine yarari, bilimsel formasyonunu çagdas düsünce ve yaklasimlar ile sekillendirebilen fizyoterapistler yetistirmek olmustur. 2006 akademik yili itibari ile Türkiye'deki mezun fizyoterapist sayisi 4100 civarindadir. Ülkemizde fizyoterapi-rehabilitasyona gereksinimi olan özürlü sayisinin 10.000.000 civarinda oldugu düsünüldügünde, fizyoterapist sayisinin ileriye yönelik artirilmasinin hizmet sunumu açisindan önemi ortaya çikmaktadir. Türkiye'de her yil ortalama 400 fizyoterapist mezun olmakta ve 10 yil sonra Türkiye'deki fizyoterapist sayisinin 7500'e ulasacagini göstermektedir. Fizyoterapistlik mesleginin güzel olan bir yani da ülkemizde bu alanda is bulabilme sorununun olmayisidir.
Egitim programi içinde anatomi, fizyoloji, histoloji, fizik gibi temel tip ve isi isik, hidroterapi, elektroterapi, masaj, tedavi hareketleri prensipleri, hastaliklara yönelik özel degerlendirme ve egzersiz teknikleri, kinezyoloji, protez, cihaz, pulmoner ve kardiyak rehabilitasyon, sporcu sagligi ve egitimi, is ugrasi tedavisi, mesleki rehabilitasyon, isitme konusma tedavisi gibi mesleki dersler, nöroloji, dahiliye, ortopedi, kadin dogum, gibi klinik dersleri teorik ve uygulamali olarak verilmektedir. Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokullarinin egitim programi fizyoterapistlerin, fizyoterapi rehabilitasyona yönelik degerlendirme ve egitim yaklasimlari ile özürlü kisileri tedavi etmeleri, daha bagimsiz ve saglikli olarak topluma kazandirilmalari ve bu konuda dünyadaki gelismeleri izleyerek sürdürülmektedir.
Aldiklari egitimi toplumun degisen gereksinimlerine uyumlandirabilen fizyoterapistler hareket ve fonksiyondaki kayiplari, varolan yetenekleri, özürlülügü ve engeli degisik ölçme-degerlendirme, özel testler ve yaklasimlar ile degerlendirir, fizyoterapi tanilamasini takiben kisinin fonksiyonel gereksinimleri, yetenekleri ve motivasyonunu göz önünde bulundurarak tedavi programini planlar ve uygular. Fizyoterapi- rehabilitasyon programini uygularken nöroterapatik yaklasimlar, egzersiz, manuel tedavi yöntemleri, fiziksel, elektroterapi ve mekanik ajanlar, fonksiyonel aktivite egitimi ve mesleki rehabilitasyon yaklasimlari gibi yöntemlerden yararlanirlar. Gerekli durumlarda yardimci, adaptif, destekleyici ve koruyucu ekipman, cihazlar ve araç/gerecin tasarimini ve takiben günlük yasam aktiviteleri sirasindaki kullanimini bizzat gözlemleyip egitim vererek yardimci olurlar. Herhangi bir neden ile kolunu yada bacagini kaybetmis kisileri fizyoterapi yöntemlerinden yararlanarak protez (suni uzuv) uygulanmasina hazirlar, hastaya uygun protezin tasarimi ve protez ile rehabilitasyonunda görev alirlar.
Tibbin pek çok alanina (Nöroloji, ortopedi, pediatri, kardiyoloji, gögüs hastaliklari, fiziksel tip ve rehabilitasyon, jinekoloji, üroloji, romatoloji, psikiyatri gibi) hizmet veren fizyoterapistler, zamanla toplumun degisen gereksinimlerine göre çesitli alanlarda özellesmislerdir. Dünya Fizyoterapistler Birligi Avrupa Bölgesi'nin Fizyoterapi'de mezuniyet sonrasi egitimi konusunda her yil gerçeklestirdigi toplantilar kapsaminda özellesmis fizyoterapistlerin profili de çizilmis ve Avrupa Birligi ülkelerinde yayginlastirilmistir. Geçtigimiz yüzyilda fizyoterapideki önemli bir gelisme fizyoterapinin hastane temelli uygulamalarin yani sira hastane disina tasinmasidir. Özellikle endüstriyel alanda rehabilitasyon çalismalari, ev ve is ortaminda yapilan ergonomik düzenlemeler ve toplum temelli rehabilitasyon hizmetleri, saglikli ve özürlü kisiler için spor ve rekreasyonel aktivitelerin organizasyonu, özürlü kisilerde fonksiyonu kisitlayan, çevresel ve mimari engellerin düzeltilmesi ve fiziksel uyum için egitim, fizyoterapistlerin önemli aktiviteleri ve sorumluluklari arasina girmistir. Fizyoterapistler ayrica yönetim ve organizasyona dayali hizmet planlama, sekillendirme, hizmetin verilisi, devamliligi ve kaynaklarin etkin kullanimi konularinda da basarili çalismalar yapmaktadirlar.
Türkiye'de fizyoterapistler dünyadaki meslektaslari gibi mezuniyet sonrasi bilim uzmanligi ve doktora çalismalari yapmakta, doçent ve profesör olabilmekte, fizyoterapi-rehabilitasyon yüksekokullarinda ögretim elemani olarak görev yapabilmektedirler. Ancak çalisma kosullari, görev-yetki ve sorumluluklari bakimindan hak ettikleri seviyeye bir türlü ulasamamislardir. Özellikle meslek yasalarinin olmayisi, çalisma kosullarini zorlastirmakta ve magduriyete yol açmaktadir. Dünyada ve Avrupa Birliginde yaygin olan uygulama, hekimin gördügü ve tanisini koydugu hastanin o hekim tarafindan fizyoterapiste gönderilmesidir. Söz konusu hekim herhangi bir branstan olabilecegi gibi aile hekimi de olabilmektedir. Maliyet etkinligi bakimindan da önemli olan bu çalisma kosulu, ulusal fizyoterapi-rehabilitasyon giderlerini önemli ölçüde azaltmaktadir. Dünyanin gelismis ülkelerinde saglik politikalari kapsaminda fizyoterapi-rehabilitasyon hizmetleri yapilandirilirken hizmetin kalitesinin arttirilmasi ve devamliligi üzerinde yogunlasilmakta, hasta haklari ve hastanin yararina olabilecegi düsünülen çözümlemelere yer verme çabalari görülmektedir.
Dünyadaki tüm ulusal fizyoterapi derneklerini ayni çati altinda toplayan ve temsil eden Dünya Fizyoterapistler Konfederasyonunun misyonu dünya fizyoterapistlerinin birbirleri ile iletisimini, bilgi ve deneyim alisverisini saglamak, fizyoterapi egitimi ve uygulamalarini, standardi yüksek arastirmalar ile güçlendirmek, sosyal ve egitim amaçli kongreler ile meslegin gelisimini bilimsel ve yasal açilardan desteklemektir. Dünya Fizyoterapistler Konfederasyonu yayinladigi bir dizi bildirgeyle egitim-arastirma ve uygulamalarda uluslar arasi yüksek bir standart olusturmayi amaçlamistir. Söz konusu bildirgelerden en önemlisi mesleki otonomidir. Buna göre Fizyoterapistler sagligin iyilestirilmesi, koruyucu fizyoterapi, bakim ve fizyoterapi hizmetlerini kendi bilgi ve yeterlilikleri içerisinde, mesleki muhakeme yeteneklerini özgürce kullanarak uygulayabilme hakkina sahiptirler. Fizyoterapistlerin mesleki kararlari isveren veya diger meslek mensuplari tarafindan kontrol edilemez ve/veya kisitlandirilamaz. Mesleki unvanin korunmasi ile ilgili bildirgeye göre fizyoterapi hizmeti yalnizca fizyoterapistler tarafindan veya fizyoterapistin direktifi ve gözetimi altinda yapilabilir ve bu hizmet degerlendirme, fizyoterapi tanimlamasi, fizyoterapi yaklasimlarinin belirlenerek planlanmasi, uygulanmasi ve yeniden degerlendirmeyi kapsar. Hekimler ile iliskiler konusundaki bildirgede ise fizyoterapiste gönderilen sevklerde, bu sevkin fizyoterapide neler yapilacagini degil, yeterli tibbi bilgiyi içermesinin uygunlugu belirtilmektedir.
Dünyanin ve Avrupa Birliginin standardi yüksek fizyoterapi-rehabilitasyon yüksekokullarindaki egitime esdeger egitim veren yüksekokullara ve bilimsel ve mesleksel olarak çagdas bir alt yapiya sahip olan ülkemizde gelecegin meslegi olarak gördügümüz fizyoterapistlik mesleginin yasal açilardan da çagdas düzeye ulasmasini diliyoruz.

BÜYÜK ADA

Resmi Büyüt
Adaların en büyüğü ve adalar ilçesinin merkezi konumundadır.Trajedilerle dolu,ilgi çekici tarihi vardır.Birçok Bizans imparator ve imparatoriçelerinin sürgün yeri oluşuyla ünlüdür.
Tarihte:MEGALE, PRİNKİPOS, DEMONİSSİA, PRİNKEPO, KIZILADA, PRENS ADASI olarak isimleri geçmiştir. Büyükada'nın kimisi ayakta kalmış kimisi de tümüyle harap olmuş ve günümüze ancak önemsiz kalıntı ve izleri ulaşabilmiş tarihi yapıların hemen hemen hepsi dini yapılardır.Bu yapılar içerisinde manastırlar önemli yer tutmaktadır.En ünlüsü KADINLAR MANASTIRI(Aya irini)'dır. Maden mahallesinin yayıldığı alanlarda kurulmuş bu manastır tümüyle yıkılmış günümüze ancak bazı izleri ulaşabilmiştir. Adadaki diğer üç manastır şunlardır. Karacabey koyunda AYİOS NİKOLAOS manastırı adanın ortasındaki tepede yer alan HİRİSTOS manastırı ve yüce tepedeki AYİOS YEORİOS(Aya yorgi) manastırlarıdır. Adada ki kimi manastır kilisesi olan 9 Rum Ortodoks kiliselerinin adları şöyledir: AYİOS YEORİOS, AYİOS, HARALAMBOS, AYİA VHALERNA, AYİİ APUSTOLİ ve AYİİ PANAİA. Adada bu kiliseler dışında ayrıca bir ermeni ve bir Latin Katolik kilisesi,bir sinagog ve bir Rum yetimhanesi bulunmaktadır. Adada ki dört tarihi ayazma ise şunlardır: AYİOS KONSTANTİNOS, AYİA FOTİNİ, AYİA PARASKEVİ ve AYİOS YEORİOS olarak geçmektedir. Büyükada'nın günümüze hiç bir izi ulaşamayan diğer tarihi yapılar arasında Bizans döneminde inşa edilen üç kale(Pirgos), Hapishane, Liman, Karye köyü önemlidir.
Adanın tarihinde adı geçen ünlülerin sayısı bir hayli kabarıktır. Bu ünlüler arasında İmparatoriçe İRİNİ, Prenses EUPHROSİNA, İmparatoriçe ZEO, BALTAOĞLU SÜLEYMAN bey ve KEÇİZADE FUAT Paşa Büyükada tarihine damgasını vurmuş ünlü simalardır. Adaların en eski ikinci camisi Büyükadadadır. Tepeköy yamacındaki HAMİDİYE CAMİİ 2.Abdulhamid'in buyruğuyla 1895 yılında inşa edilmiştir. Kuzey-Güney doğrultusunda uzanan Büyükada coğrafi yapı bakımından bir boyun ile ayrılmış iki tepe görünümündedir. Güney'de yükselen YÜCE TEPE(Ayios Yeorios),kuzey'de yükselen İSA TEPESİ(Hristos)'dur.Adanın diğer iki önemli tepesi NEVRUZ(Tepeköy) ile AVCI TEPESİ'dir.

11 Eylül 2012 Salı


MOSKOVA METROSU
 
Moskova’ya ilk geldiğimde anladım ki ilk olarak metroyu nasıl kullanacağımı öğrenmeliyim. Çünkü, bu büyük şehirde bir yerden diğerine ulaşmanın en ekonomik, en hızlı ve en rahat yolu yeraltından geçiyor. Ancak bilmediğim bir şey vardı ki, o da metro istasyonlarının beni ne kadar şaşırtacağı. Özellikle Kaltsovaya Liniya yani kahverengi hat üzerindeki istasyonlar ve merkezdeki birçok istasyon müzeden ya da bir sanat galerisinden farksız. Zaman içinde Moskova’da değişik yerlere gittikçe, bu yeni istasyonları keşfetmek bana ayrı bir keyif vermeye başladı. Araştırdıkça bu istasyonlar hakkında beni çok etkileyen bilgiler öğrendim.
Tarihi özellikleri ve güzelliğinin yanı sıra Moskova Metro’su, trafiğin yoğun olduğu bu şehirde bir kurtarıcı da oluyor. Eğer trafiğin ortasında sıkıntılı saatler geçirmek istemiyorsanız  “M” yazan bir kapıdan içeri girmek yeterli olacaktır. Moskova metrosunu, her gün yaklaşık 8 milyon insan kullanıyor. 8 milyon insan yanılıyor olamaz... 
Fakat bu büyük, kullanışlı ve güzel ağ bir seferde karar verilip yapılamaz. İlk olarak devrimden önce gündeme gelir. Balinskiy 1902 yılında bir metro projesi hazırlar, ancak proje hem şehrin görünümünü bozacağı, hem de tarihi binalara zarar vereceği gerekçesiyle engellenir. Bu proje ilk defa gündeme geldiğinde yerel bir gazete, “Rus halkının Moskova’da değerli gördüğü her şeye yönelik, insanı sersemleten, utanmazca bir tecavüz” olarak yorumlar. Elbette o zamanlar, Moskova Metrosunun, ulaşımın temeli olacağı ve  milyonlarca insan tarafından kullanılacağı tahmin edilemez. 
Ancak 1912 yılında Knorre isimli bir mühendis metro projesi ile ilgilenir. Bu defa da 1. Dünya Savaşı başlar, ardından devrim olur ve Moskovalılar metroya bir kez daha kavuşamazlar. Şehrin bu metroya ihtiyacı vardır ve sonunda 1931’de, Stalin döneminde metro projesi kabul edilir. Metronun yapım görevi Nikita Kuruşçev ile Lazar Kaganoviç’e verilir. Sovyetler Birliği’nin dört bir yanından erkek ve kadın işçiler getirilir. Ayrıca Kızıl Ordu ve Komünist Gençlik Birliği’nin (Komsomol) 13 binden fazla üyesi de metro yapımına katılır. Onların anısına Kaltsovaya Liniya üzerinde Komsomolskaya isminde bir istasyon bulunmaktadır. 
İlk olarak, Sokolniki’yi Park Kulturi’ye bağlayan Sokolichneye hattı açılır. 11.6km’lik hattın yapımı 1935’de tamamlanır ve ilk 13 istasyon Mayıs ayında açılır. Bu hattın yapımında çalışanlara madalyalar verilir, çok büyük önemi olan Lenin Nişanı ile ödüllendirilir. Bunu takip eden dört yıl içinde inşaat hızla devam eder, 1939 yılında 1 milyondan fazla yolcuya hizmet veren 22 istasyon açılır.
Metro istasyonlarının iç dekorasyonlarında SSCB’nin en iyi sanatçıları görevlendirilir. Bunların çoğu devrim, Sovyetlerde yaşam, ulusal savunma gibi temaları işler. Moskova Metrosu’nda gezilmeye değer birçok istasyon bulunmaktadır. Sanki herkese açık bir müze gibi. Bu istasyonları gördükçe, metro benim için sadece ulaşım amaçlı kullanılmaktan çıktı ve bu istasyonları daha bilinçli gezmeye çalıştım. 
13 Mart 1938 yılında, tasarımı Duşkin’e ait olan Ploşçad Revalyutsi (Devrim Meydanı) istasyonu açılır. Ana salonunda mermer kaplı kemerler, kemerlerin iki yanında Matyev Manizer’in yaptığı gerçek boyutlardaki bronz heykeller yer alır. Bu heykellerde Kızıl Muhafızlar, işçiler, denizciler, sporcular, çiftçiler, kadınlar sosyalizmin öncüleri ile birlikte betimlenir.

Ploşçad Revalyutsi
Gorkovsko-Zamoskvoretskaya hattının en önemli istasyonu olan Mayakovskaya, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nda sığınak olarak da kullanılır. New York Fuarında Büyük Ödül alan istasyonun tavanını sanatçı Deyneka’nın mozaikleri süsler. Ana salonu paslanmaz çelik ve mermer sütunlar destekler. Mozaik panolarda Sosyalist ülkenin bir günü anlatılır. Sırasıyla sabah saatlerini anlatan aydınlık ve açık renklerden başlar, ortaya geldikçe, geceye doğru koyulaşarak devam eder ve sonra tekrar gündoğumuna doğru gider. Aynı zamanda ünlü şair Vladimir Mayakovski’nin bir heykelinin de bulunduğu istasyon, adını bu şairden alır.

Mayakovskaya
2. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında savaş temaları öne çıkmaya başlar. 1943 yılında, henüz 2. Dünya Savaşı devam ederken açılan Novokuznetskaya metro istasyonu gibi. Mimarları Vladimir Gelfreyh ve İgor Rojin olan Novokuznetskaya’nın duvarlarındaki frizlerde Minin, Pojarski, Mareşal Kutuzov gibi savaş kahramanları sanatçı Nikolay Tomski tarafından tasvir edilmiştir.

Novokuznetskaya metrodan alıntı
Bazı istasyonların dekorasyonlarında halkı teşvik amacı gözetilir, 1940 ve 50’lerde yapılan çoğu istasyonda Sovyet rejminin erdemleri üzerinde durulur. Teatralnaya’daki (1940) tavan panallerinde, Sovyetler Birliği’nde yaşayan farklı kültürler ulusal giysileri ile resmedilir, Sovyet Cumhuriyetleri’nin sanatları methedilir.
Sade ve zarif çizgilere sahip, tasarımcısı Duşkin olan Kropotkinskaya istasyonunu adını Prens Pyotr Kropotkin’den alır. İstasyonların yer üstündeki tasarımları bile propaganda amaçlı yapılır, Arbatskaya istasyonunun girişinin Sovyet yıldızı şeklinde olması gibi.

Kropotkinskaya
50’li yıllarda açılan Kaltsovaya Liniya hattı, Moskova merkezini halka şeklinde çevreler. Moskova metrosunda bazı istasyonlarda farklı metro hatlarına iki ya da daha fazla aktarma yapılabilir. Bu istasyonlardan biri olan Novoslobodskaya metrosu 1952 yılında açılır ve ana  salonun tavanında ressam Korina’ya ait görülmeye değer “Tüm Dünya Barışı” temalı mozaik yer alır.

Novoslobodskaya
Yine Kaltsovaya Liniya üzerindeki Beloruskaya (1952), adını Sovyet Cumhuriyetlerinden olan Beyaz Rusya’dan alır. Burada aynı adı taşıyan birde tren istasyonu vardır. Beloruskaya istasyonunda kır manzaralı mozaikler ve Beyaz Rusya’ya özgü halı desenleri ile süslenmiş zemin ilgi çekicidir.
Kievskaya (1937-1954) istasyonundaki mozaiklerde tarımdaki bolluğu kutlayan sağlıklı, mutlu köylüler ve Rusya ile Ukrayna arasındaki dostluk betimlenir.

Kievskaya
Sovyet anlayışında spor başarıları çok önemlidir. Park Kulturi (1935-1949) istasyonunda Sergey Rabinoviç’in ikiz temaları bu başarıları anlatır. Buzda paten kayanlar, satranç oynayanlar, dans edenler ana salonda, nişler üzerinde mermer rölyeflerdeki madalyonlar üzerinde resmedilir.

Park Kulturi
Komsomolskaya’da ise gül pembesi mermer sütunlar ve Yevgeni Lanseray’ın kahraman metro işçilerini gösteren İtalyan çinili panelleri bulunur. İstasyonu ünlü mimar Aleksey Sçusev tasarlar ve Pavel Korin’e ait askeri resmi geçitleri ile tarihteki ünlü Rusları anlatan altın mozaikler yer alır. Bu istasyon da New York Dünya Fuarı’nda ödüllendirilir.

Komsomolskaya
Metro istasyonları Moskovalılar’a sadece ulaşımda hizmet vermez. İlk yapılan istasyonlar, savaş sırasında sığınak olabilecek şekilde tasarlanır. 1941 yılında Alman askerleri Moskova yakınlarına geldiğinde, Mayakovskaya metro istasyonu karargah olarak kullanılır. Kızıl Ordu’nun cepheye gitmesinden önce Stalin bu istasyondaki merkez salonda generallere seslenir. Çistye Prudi istasyonu ise 2. Dünya Savaşı sırasında Genel Kurmay Karargahı olarak kullanılır. Stalin ve danışmanları ilk saldırı planlarını burada yaparlar. 
Bunun dışında, metro raylarının, istasyonların yapım çalışmalarının, tarihleriyle, fotomontajlarıyla sergilendiği Metro Müzesi Sportivnaya istasyonunun üzerinde yer alır. Sinyal noktaları, bilet gişeleri, tren ve asansör modelleri, aslına uygun yapılmış bir makinist kabini ve 1935 yılında satılan ilk bilet de bu müzede sergilenir. 
Moskova’da görülebilecek onlarca müze, park, tarihi mekan olmasının yanı sıra, oralara ulaşımımı sağlayan metronun da en az onlar kadar güzel olduğunu görmek bende hayranlık uyandırdı. Zaman zaman kitabımı alıp, bir metro durağında oturup, gelen geçeni seyrederken zamanın nasıl geçtiğini anlamam. Bazen duvardaki bir mozaiğin, bazen de bir sütuna yerleştirilmiş heykelin ayrıntılarında kaybolurum. Moskova Metro ağı tarihi ve güzellikleri ile, her daim açık bir müze gibi fark edilmeyi bekliyor... 
Dikkat! Kapılar kapanıyor, bir sonraki istasyon...